Amacı

Kur’an, tabiri caizse, hayatı kullanma kılavuzudur. Hani bir eşya aldığımızda içinden “Kullanma kılavuzu” çıkar da, ona göre eşyayı kullandığımızda en yüksek verimi, en uzun sürede alırız ya, aynen öyle, Kur’an da hayatımız için bir kullanma kılavuzudur.

 

Biraz açalım isterseniz. Allah (cc.) yerleri gökleri yarattıktan sonra, insanı yarattı. Amacı denemek, sınamaktı.Bakalım kendisini tanıyacak, sevecek, seve seve kulluk yapacaklar mıydı? Bunun iki yolu vardı: Ya onlara nasıl yaşayacaklarıı ve nasıl kullukta bulunacaklarını öğretecekti, ya da kendi hallerine terk edecek, “siz bulun” diyecekti. İkinci şık, mümkün değildi.Çünkü insanın kendi başına Allah(cc.)' ı bilmesi ve O’nun istediği gibi bir hayatı yaşaması imkansızdı. “ Buldum” dediği her şey, bir tahminden, bir zandan öteye geçmeyecekti. Hayatı bir zan, bir tahmin üstüne kurmak, insanı tatmin etmeyecek, üstelik diğer zan ve tahminlerle sürekli çatışma içinde olacaktı. Bireysel ve toplumsal hayatın yasaları için de aynı şeyler geçerliydi.İnsanları böyle bir karmaşanın içine atmak, Allah(cc.)' ın engin rahmeti ile bağdaşmazdı.Allah, insanları seviyordu ve de onlar tarafından  sevilmek istiyordu.Böyle bir karmaşa, sevgiyle de bağdaşmazdı.Evet, ikinci şık mümkün değildi.

 

Geriye bir yol kalıyordu; Allah(cc.)' ın insanlara öğretmesi. Yani Allah(cc.)' ı nasıl tanıyacak ve ibadet edecekler, kendileriyle, aileleriyle, toplumları ve giderek bütün bir insanlıkla ilişkilerini en sağlıklı bir şekilde nasıl düzenleyecekler ve mutlu olacaklar, Allah(cc.) insanlara bunu öğretmeliydi. Allah(cc.)’ın sevgi, şefkat, merhamet, lütuf, ikram ve ihsanından da bu beklenirdi… Her ne kadar bazı nankörler çıkacak ve “yarattıysa yarattı, artık karışmasın hayatımıza!” diyecek kadar düşecek ve şuursuzlaşacaklarsa da O merhametliler merhametlisi, “ne haliniz varsa görün” diyerek onları asla başıboş bırakmayacak, insanlara acıyacak ve onları bu kör kuyularda merdivensiz bırakmayacaktır.

 

Bunun da ancak iki yolu vardır: Ya Allah(cc.) doğrudan her insanla konuşacak ve öğretecektir, ya da aralarından bildik, güvendik birisini seçerek O’nun aracılığıyla öğretecektir. Birinci yol bizim açımızdan mümkün değildi. Çünkü, Allah(cc.) ile konuştuktan sonra, kimin O’nu tanımaması ve kullukta bulunmaması mümkün olabilirdi ki! O zaman denemenin, sınamanın ne anlamı kalırdı?

 

Evet, Allah(cc.) ikinci yolu seçmiştir ve Hz.Adem ile başlattığı îlâhî mesajlarını, yani “sahifeler” ve “kitaplar”ını,  “Peygamberler” aracılığıyla insanlara sunmuştur. İşte bunun en son ve en mükemmel örneği, Kur’an’dır. O, insana dünya hayatında yaşama biçimini öğreten kitaptır. İnsanın kendisiyle, Yaratıcısıyla ve diğer insanlarla ilişkilerini inanç, ibadet, ahlak ve hukuk bazında en iyi düzenleyen, onlara dünya ve ahiretin mutluluk yollarını gösteren uygarlık kitabıdır. Bu kitabın ilâhî yasalarıyla kurulmayan bir toplum, bilgisizlikten, kararsızlıktan, kargaşadan, zulümden, anarşiden, kan ve gözyaşından asla kurtulamayacaktır. İşte tarih, işte yaşanan gerçekler… Bunun aksini düşünmek, bizim anlayışımıza göre, Allah(cc.)' ın ilmiyle, hikmetiyle, kudretiyle yarışa kalkmaktır. Zaten bütün kötülüklerin altında yatan da insanın bu gururu, kibiri ve kendini beğenmişliğinden başka bir şey midir?

 

Kur’an, gerek iman, ibadet, hukuk ve ahlak ile, gerekse ilme, düşünceye, topluma, tarihe, sanata, yönetime ve kurumlara getirdiği değerler ile kıyamete kadar inananlara mutluluk yollarını gösteren bir rehber, bir mürşit olmağa devam edecektir.Hayatta en hakiki mürşit,  Kur’an’dır. Çünkü Kur’an, ilim fışkıran bir kaynaktır.Eskilerin ve yenilerin, dünyanın ve ahiretin ilimleri O’ndadır.O’na bağlı olanlar dün yükselmiş, büyük devletler ve medeniyetler kurmuşlardır.Ama aynı insanlar O’ndan ayrılınca, her şeylerini kaybetmişler, efendiyken bir nevi köleleşmişlerdir.Belli ki saadet O’ndadır.O’na inanmayanların bu günkü maddi refah ve kalkınmışlıklarının arkasında haksız kazanç vardır, zulüm vardır, işgal, yağma ve sömürü vardır, kan ve gözyaşı vardır.Buna rağmen mutlu değillerdir.Bir türlü çözüme kavuşturamadıkları ferdî, ailevî, ictimaî binlerce sorunları vardır, buhranları vardır.Başta alkol, uyuşturucu ve fuhuş olmak üzere hayatlarını günah bataklıklarında geçiren, hayatın anlamsızlığından(!) kaçmak için ömrünü eğlencelerde, karnavallarda, yarışlarda tüketen, hırsızlığın, haksızlığın, soygunun, katilliğin, anarşi ve terörün kol gezdiği ülkelerin bitmiş tükenmiş insanları ve o insanların sistemleri ve medeniyetleri, insanlığa örnek gösterilmeğe layık değildir.Aksine onlar bugün, her zamandakinden daha fazla Kur’an’a  muhtaçtırlar.

 

Kur’an’ı tanımayanlar, “Bütün bunları bir ciltlik bir kitap mı yapacak?” diye sorabilirler. Belki bu soru, bir çok inananın da aklından geçiyor olabilir. Çünkü hayatın çözüm bekleyen binlerce sorunu vardır. Bunlar tek tek ele alınır da çare sıralanırsa, yüzlerce cilde sığmaz. Nitekim bir hukukçunun bürosuna vardığımızda, yan yana dizilmiş onlarca, yüzlerce kanun kitapları görürüz. Oysa bunlar sadece hukuki konular. Hayatın ondan başka sağlık, eğitim, ekonomi ve daha başka nice sorunları da vardır.

 

Bunun en kısa cevabı şudur: Kur’an bir anayasadır. Anayasalar, bir devletin ihtiyaç duyduğu her konuya yer verirler. Ancak bunu, temel esasları, ana prensipleri tesbit  şeklinde yaparlar. İşin teferruatını kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere bırakırlar. Bunlar ise bizde, sünnet ve ictihatla halledilir. Sünnetin ve ictihadın tanımını, dindeki yerini ve bağlayıcılığını, “Kaynaklar” bölümünde yazmıştık.

 

Bütün bir insanlığa gönderilen bu Kur’an, şüphesiz bu ilahi hakikatları anlatırken kuru bir kanun kitabı gibi anlatmaz. O’nun uslûbu da kendisi gibi orijinal ve olağanüstüdür. Yerine göre yerlerden ve göklerden bahseder, ilk yaratılışa ve zaman içinde iyi yaşamış veya sapıtmış kavimlere ve akıbetlerine dikkat çeker, iyiler ve kötüler için tarihten örnekler verir, değişik ilimlerden söz eder, ahireti anlatır, sonu düşündürür. Onun için anlayarak Kur’an okuyanlar O’na asla doyamazlar.