Kâfirlerden Uzaklaşma

Müslümanlar bütün duygu, düşünceyi ve davranış biçimlerini şüphesiz ki Kur’an-ı Kerîm’den alırlar. O ne derse o olur. Kan değil iman bağı hakkında Allah Teâlâ Müslümanları şöyle eğitiyordu:

“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır.”

[1]

Bilindiği gibi ayetleri iyi ve doğru anlama konusunda onların “iniş sebebini” bilmemiz çok faydalıdır. Bu yüzden bu ayetlerin de nüzul sebebini görelim. Bedreddin Çetiner bu konuda yazdığı “Esbab-ı Nüzul” isimli eserinde

[2]

ayetle ilgili iniş sebebi olarak beş olayı zikretmiştir. Konunun önemine binaen bunları görelim inşallah. Sonra ayetin tefsirine geçeriz.

1- İbn Cüreyc anlatıyor: Bana nakledildiğine göre bir gün Hz. Ebu Bekr'in babası Ebu Kuhâfe, Hz. Peygamber (sa)'e sövmüş. Orada bulunan Hz. Ebu Bekr de babasına öyle bir vurmuş ki darbenin şiddetinden Ebu Kuhâfe yere düşmüş. Daha sonra Hz. Ebu Bekr, bunu Hz. Peygamber (sa)'e zikretmiş de Hz. Peygamber (sa):

- "Bunu gerçekten yaptın mı?!" demiş, onun:

- "Evet yaptım." demesi üzerine de:

- "Bu yaptığına bir daha dönme, bir daha böyle yapma." buyurmuşlar.

Ebu Bekr:

- "Vallahi kılıç yakınımda olsaydı onu öldürürdüm" demiş de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.

[3]

İşte inen bu ayetler bu davranışın özünde haklı olduğunu bildiriyor.

2- Hafız Beyhakî'nin Abdullah ibn Şevzeb’den rivayetine göre Ebu Ubeyde ibnu'l Cerrâh'ın babası Abdullah ibnu'l Cerrâh, Bedr günü müşriklerin safında yer alıp oğluna karşı çıkmış ve ilâhlarını vasfetmeye, anlatmaya başlamış. O anlattıkça Ebu Ubeyde ondan yüzünü çeviriyor, uzaklaşıyormuş. Babası bu tavrını devam ettirip ilâhlarını anlatmayı artırınca oğlu Ebu Ubeyde ona yönelmiş ve öldürmüş.

Olay şöyle de anlatılır. Bedir günü Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın babası, üzerine gelmeye başladı. Ebu Ubeyde onunla karşılaşmamak için sağa sola kayıyordu. Babasının ısrarlı hücumları karşısında kalınca Ebu Ubeyde ona saldırarak öldürdü.

İşte bunun üzerine Allah Tealâ Ebu Ubeyde hakkında: "Allah'a ve âhiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin Allah'a ve Rasûlü'ne muhalefet ve düşmanlık eden kimselerle -velev ki onlar bunların babaları, ya oğulları, ya kardeşleri, yahut soy sopları olsun- dostlaşacaklarını görmezsin..." âyetini indirdi.

[4]

Alûsî, Vâkıdî'nin, Ebu Ubeyde'nin babasını öldürmesi ile ilgili kıssayı verdikten sonra: "Şam ehli böyle söylemekteler. Fakat ben, Fihr oğullarından bazı kimselere sordum, dediler ki: "Babası İslâm'dan önce cahiliye devrinde henüz İslâm ortaya çıkmadan ölmüştü" dediğini naklettikten sonra Ebu Ubeyde'nin, müşrik olan babasını Bedr'de öldürmesi kıssasının sahih olduğunu; Buhârî ve Müslim tarafından tahric edildiğini söyleyerek bunu tercih eder.

[5]

3- Abdullah İbn Mes'ûd'dan gelen bir rivayet ise Ebu Bekr ve Ebu Ubeyde'ye Bedir'de akrabalarım öldüren başka sahabileri de eklemektedir. Bu rivayete göre Hz. Ebu Bekr'in oğlu Bedir'de kendisini mübarezeye çağırmış; çıkmak için Hz. Peygamber (sa)'den izin istemişse de Efendimiz ona: "Sen benim gözüm ve kulağım olduğunu bilmiyor musun? Bizden kendini mahrum etme." buyurarak izin vermemişlerdi.

Keza aynı gün Hz. Ömer de dayısı el-As ibn Hişâm ibnu'l-Muğîra'yı; Hz. Ali ve Hz. Hamza da Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe ile el-Velîd ibn Utbe'yi, Uhud'da Mus'ab ibn Umeyr de kardeşi Ubeyd ibn Umeyr'i öldürmüşlerdi. İşte bu âyet-i kerime bu sahâbilerin hepsi hakkında nazil olmuştur.

[6]

4- Râzî, müfessirlerden birçoğunun bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa)'in Mekke üzerine yürüyeceğini müşriklere haber veren Hâtıb ibn Ebî Beltea hakkında nazil olduğunda ittifak halinde olduklarını söyler.

[7]

Bu, Mukâtil'in kavlidir. Ferrâ ve Zeccâc da bu kavli tercih etmişlerdir.

[8]

5- Süddî şöyle anlatıyor: Bir gün Abdullah ibn Übeyy'in oğlu Abdullah Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş oturmuş. Abdullah otururken Hz. Peygamber (sa) su içmişler. Abdullah:

- "Ey Allah'ın elçisi, içtiğin sudan birazını bıraksan da babama götürüp içirsem. Belki Allah onun kalbini bununla yıkayıp temizler." demiş.

Hz. Peygamber (sa) de içtiği suyu bitirmeyip kalanını Abdullah'a vermiş. O da götürüp babasına içirmek istemiş. Babası:

- "Bu nedir?" diye sorduğunda da:

- "Hz. Peygamber (sa)'in içtiği suyun artanıdır. Sana getirdim ki içesin. Belki bununla Allah senin kalbini de temizler." demiş. Babası ona:

- "Annenin sidiğini getirseydin ya. O, bundan daha temizdir." demiş.

Buna çok kızan Abdullah, Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve:

- "Ey Allah'ın elçisi, bana izin ver, babamı öldüreyim." demiş. Hz. Peygamber (sa) de:

- "Hayır, aksine ona yumuşak davran ve ihsanda bulun." demiş ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.

[9]

Bu olayların ışığında ayetin anlamı aslında çok açık, ama gelin onu bir de ömrünü “Kur’an’ın Gölgesinde” geçirmiş ve çağını oradan seyrederek yorumlamış bir adamın, inandıkları adına şehadete severek gitmiş bir adamın kaleminden anlamaya çalışalım:

“Bu “Allah'ın taraftarları” ile “şeytanın taraftarları” arasındaki en belirgin farktır. Belirginlik kazanan safların kesin hatlarla ayrılmasıdır. Her çeşit engelin ve her tür bağın ortadan kaldırılarak tek kulpa, tek bağa bağlanmasıdır.

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kavmin Allah'a ve Peygamberine düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.”

Çünkü yüce Allah bir insana iki kalp vermemiştir. Ve bir insan bir kalpte iki zıt sevgiyi yerleştiremez. Hem Allah ve Peygamber sevgisi hem de Allah’a ve Peygamberine düşman olanların sevgisi... Bu kalp ya imanlı olacaktır, ya da imansız! Bunların her ikisini birleştirmek ise mümkün değildir.

"İsterse babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları olsun farketmez."

Kan ve yakınlık bağları iman bağı ile çeliştiklerinde kopuverirler. İki sancak yani Allah'ın sancağı ile şeytanın sancağı arasında bir çekişme ve düşmanlık yoksa bu bağları birlikte gözetmek mümkündür. Allah taraftarları ile şeytan taraftarları arasında bir savaşın olmadığı sıralarda müşrik olan anne-babaya iyi davranmak emredilen bir davranıştır. Aralarında mücadele, sürtüşme, düşmanlık ve savaş varsa bu durumda tek olan kulpla ve tek olan bağla ilgisi olmayan bütün bağlar kopar. Nitekim Ebu Ubeyde Bedir savaşında babasını öldürmüştü. Ebu Bekir Sıddık oğlu Abdurrahman'ı öldürmeye kalkışmıştı. Mus'ab bin Umeyr kardeşi Ubeyd bin Umeyr'i öldürmüştü. Hz. Ömer, Hz. Hamza, Hz. Ali, Ubeyde ve Haris yakınlarını ve akrabalarını öldürmüşlerdi. Kan, ırk ve yakınlık bağlarından soyutlanarak din ve inanç bağına sarılmışlardı. İşte bu Allah'ın ölçüsünde bağların ve değerlerin yükselebileceği en yüksek noktaydı.

"İşte Allah'ın kalplerine imanı kazıdığı kimseler bunlardır."

İman Allah'ın eliyle onların kalplerine yerleştirilmiş, Rahman'ın kudret eliyle gönüllerine yazılmıştır. Artık bu imanın silinmesi ve çözülmesinden söz edilemez. Körelmesi ve kapanması yoktur onun! "Ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir."

Onların bu kadar keskin bir iradeye ulaşmaları ancak Allah'tan bir ruh ile mümkün olabilir. Kalplerinin bu nur ile aydınlanması, onların güç ve ışık kaynağı olan ve onları gücün ve ışığın kaynağına kavuşturan bu ruh ile ancak mümkündü.

"Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” Dünyada her türlü bağdan ve her türlü ilişkiden soyutlanmalarının, dünyanın geçici her şeyini kalplerinden söküp atmalarının karşılığı olarak.

"Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan."

Apaydınlık, huzur ve rahat veren bu tablo müminlerin halini yüksek ve üstün bir konumda, sevinç ve hoşnutluğun egemen olduğu bir havada canlandırıyor. Rabbleri onlardan razı, onlar da Rabblerinden razıdır. Her şeyden kopmuşlar, kendilerini ona bağlamışlar. O da onları himayesine kabul etmiş, cennetlerinde onlara geniş imkanlar sağlamış ve onlardan razı olduğunu kendilerine hissettirmiştir. Böylece onlar da hoşnut olmuşlardır. İçleri bu yakınlık ile huzura kavuşmuş, sevince boğulmuş ve doyuma ulaşmıştır.

"İşte bunlar Allah taraftarlarıdır."

Allah'ın cemaatıdır onlar. Allah'ın sancağı altında toplanmışlardır. O'nun önderliği ile hareket ederler. O'nun yolunda yürürler. O'nun sistemini gerçekleştirirler. O'nun yeryüzündeki kazasını ve kaderini gerçekleştirmek için çalışırlar. Onlar da Allah'ın kaderinden biridirler. Çünkü; "Hiç şüphesiz Allah taraftarları kurtulanların kendileridir."

Allah'ın seçkin yardımcıları kurtulamayacak da kim kurtulacak?

Böylece insanlık iki ayrı gruba ayrılmaktadır: Allah taraftarları ve şeytan taraftarları. Bütün insanlar iki ayrı sancak altında toplanmaktadır: Hak sancağı ve batıl sancağı. Buna göre insan, ya Allah taraftarı olup hak sancağı altındadır. Ya da şeytan taraftarı olup batıl sancağı altındadır. Bunlar iki ayrı çizgi, iki ayrı gruptur. Öyle kesin hatlarla birbirinden ayrılmışlardır ki, asla barışmazlar ve asla esneklik göstermezler!

Akrabalık ve hısımlık yok.

Aile ve yakınlık yok.

Vatan ve millet yok, tutkunluk ve ulusculuk yok.

Sadece akide ve inanç var. Yalnız ve yalnız iman ve akide.

Kim Allah taraftarlarına katılır, hak sancağı altında durursa, o ve bu sancağın altında duran herkes Allah yolunda kardeştir. Renkleri farklı, vatanları farklı, milletleri farklı, aileleri farklıdır. Allah taraftarlarını oluşturan temel bağları ayrıdır. Burada bütün farklılıklar bir olan Allah'ın sancağı altında erir gider.

Kim de şeytanın egemenliğine girer. Batıl sancağının altında yer alırsa artık hiçbir bağ onu Allah taraftarlarına bağlayamaz. Ne ülke, ne ırk, ne vatan ne renk, ne soy bağı, ne akrabalık, ne hısımlık... Bütün bu bağları ayakta tutan baştaki bağ kopmuş olur. Onun kopması ile diğer bağların tümü de kendiliğinden çözülür.

Bu ayet-i kerime de müslüman topluluk içinde kan bağlarını, yakınlık, dostluk ve çıkarını gözetenlerin bulunduğu, onların içindeki hastalıklar tedavi edilmekle birlikte imanın ölçüsü bu kadar kesin bir biçimde ve tamamen ayrı bir şekilde ortaya konmaktadır. Aynı zamanda müslüman topluluk içinde kendilerini Allah'a adayan, samimi bir şekilde O'na bağlanan ve burada dikkat çekilen makama yükselen bir kesimin de bulunduğu ifade edilmektedir.

Bu tablo, Allah'ın İslam Ümmetini koruyup gözettiğini tasvir ederek başlayan bu sureyi en güzel bir şekilde sona erdiriyor. Nitekim surenin başında Hz. Peygamber'e kendisi ve eşinin meselesini tartışan fakir kadının sözlerini yüce Allah'ın işittiği dile getirilmiştir.

İslam ümmetini bu kadar güzel bir biçimde koruyup gözeten Allah'a bu ümmetin bağlanması, bu korumanın en doğal karşılığıdır. Allah'ın taraftarları ile şeytan taraftarlarının kesin hatlarla ayrılması doğaldı. Yüce Allah'ın evrensel görevi için seçtiği ve bu konuda görevlendiği ümmete bundan başkası yakışmazdı zaten.”

[10]

Allah Teâlâ’ya ve dinine iman ettiğini söyleyen ırkçılar, bunu kendilerine nasıl yakıştırabiliyorlar?

Ne diyorlar ırkçılar bu ayete?

Ayetler üzerinde bir kere daha düşünelim mi?

"Allah ve peygamberine düşman olanlar" aykırı davrananlar, kin besleyenler... Onlar bir vadide, din ve hidayet başka bir vadidedir, "şüphesiz işte onlar" mağlup olmuş, Allah'ın rezil rüsva ettiği "en zeliller içindedirler."

"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin" Allah'a ve peygambe­rine düşmanlık edenler "babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları" gibi kendilerine insanların en yakını "da olsalar, onlarla dostluk ettiğini görmezsin" zira bu yakışmaz onlara.

"Katından bir ruh"' denilmesinden maksat bir nurdur ki Allah onu sükûnet ve huzur bulsun diye kalplere indirir.

"Allah'ın fırkası" Allah'ın ordusu, dinine yardım edenler, emrine uyup, yasağından kaçınanlardır.

Ya ırkçılar? Bu ayetler karşısında ne düşünürler acaba?

İşte Kur’an-ı Kerîm’in buyruğu! Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmi Allah'a ve Resulü'ne karşı düşmanlık eden kimselerle sevişir bir halde bulamazsın” diyor. “Öyle kimselerle dost olmak Allah'a ve ahirete imanın gerekleriyle taban tabana zıttır” diyor. Çünkü onlara o durumda dostluk yapmak küfre sevgi göstermektir. Çünkü Allah ve Resulü'ne düşmanlık etmek, küfrün en şiddetlisidir. Küfre sevgi beslemek ise, iman ile bir arada olabilir mi? Asla!

Yine dikkat çekelim ki bu âyetin anlamı ile şu peş peşe gelen iki ayetin manasını birlikte düşünmek gerekir:

 "Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve âdil davranmanızı yasaklamaz."

[11]

"Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa, işte zalimler onlardır."

[12]

Çağımızın büyük hukukçu ve müfessirlerinden Vehbe Zuhaylî,

[13]

ayetlerden çıkan hüküm ve hikmetleri şöyle maddeleştirmiştir: “Bu ayeti kerimeler şu dört hususa delâlet etmektedir:

1- Allah ve Rasulüne muhalefet edip Rablerinin dinine ve Rasulünün sünnetine düşmanlık eden kâfirler zelil insanlardır, onlardan daha zelil kimse yoktur.

2- Allah Teâla levh-i mahfuzda şöyle hüküm verdi: Allah, hüccet, kılıç ve benzeri kuvvetlerle düşmanlarına karşı mutlaka galip gelecektir. Kim onunla savaşmaya kalkarsa Allah ona savaşla galebe çalar, kim hüccet ve beyanla harp etmeye kalkarsa ona hüccet ve beyanla galip gelir.

3- Hakiki iman ile Allah düşmanlarına karşı sevgi bir arada bulun­maz. Çünkü kim bir insanı severse bunun yanında onun düşmanını da sev­mesi mümkün değildir. İsterse bu kişi en yakınlarından biri olsun. Allah'ın en büyük nimet olan imanı nasip ettiği kişinin kalbinde Allah düşmanının sevgisinin bulunması nasıl mümkün olur?

4- Allah Tealâ, düşmanlara dosluktan kaçınan bu müminlerin kalplerine iman aşıladığını ve onları katından bir yardımla takviye ettiğini ifade etmiş, sonra onların uhrevî mükâfatlarını beyan etmiştir ki bu, cennete girip orada ebedî kalmaları, Allah'ın rızasına ve sevabına nail olmaları, kendilerine dünyada ve ahirette verilen yardım, rızık, mal, nur, iman, hidayet ve cennet gibi nimetlerle sevindirilmeleridir. Sonra Allah onları, Allah'ın fırkası diye vasfetti. Allah'ın fırkası kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Bu son ifade dünya ve ahiret saadetinin sırf onlara mahsus olduğunun bir beyanıdır.

Özetle: Allah, düşmanlara sevgi beslemeyenlere şu dört nimeti vereceğini beyan etmiştir:

1- Kalplerinde imanı yerleştirmesi.

2- Katından bir ruhla onları teyit etmesi, yani düşmanlarına karşı on­lara zafer nasip etmesi.

3- İçinden nehirler akan cennetlere koyması.

4- Allah'ın hoşnutluğu gibi bir nimete nail olmaları ve O'nun kendile­rine verdikleriyle mesrur olmaları.

Yine Allah Tealâ burada düşmanlara karşı muhabbeti terketmeyi gerektiren şu dört hususu da zikretmiştir.

1- İman ile iman düşmanına karşı sevgi bir kalpte toplanmaz.

2- En yakınları da olsa müminler, düşmanlara karşı sevgi ve muhab­bet beslemezler.

3- Yüce Rabbimiz burada müminlere bahşettiği nimetleri sayıp dök­müştür. İşte bu da Allah düşmanlarına karşı sevgi ve muhabbeti terketmeyi gerektirir.

4- Rabbimiz, bu müminleri "Allah'ın muzaffer fırkası" diye vasıflandırmıştır: "İşte bunlar Allah'ın fırkasıdır. Dikkat, Allah'ın fırkası şüphesiz kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."

Haram olan dostluk yanlış anlaşılıp da “Müslümanlar ile kafirler arasında hiç ticari, zirai, sınai, sanat ve kültür ilişkisi olamaz” şeklinde yanlış anlaşılmaması gerekir. Bu konuyu daha evvel gördüğümüz için sözü hiç uzatmayalım. Ümmetin alimleri, gayr-i müslim olanlarla bir araya gelme ve ilişki içinde bulunmanın caiz olduğuna dair icmâ etmişlerdir. Şu halde, mahzurlu ve haram olan dostluk ve sevgi, kâfir kafir olduğu halde, dinlerini hak bilip saygı duymak, dinimize ters düşen inanç, fikir, sistem ve dünyevi yaşantılarını tazim ederek taklit etmektir. Hem de dünya hayatı bakımından ona rağbet edip gıpta etmektir. Bunun dışında kalan iş veya ev komşuluğundan ötürü sevgi, nezaket ve kibarlığın bir mahzuru yoktur.

[14]

İşte bu müthiş ayeti destekleyen bir başka ayet. Okunduğunda insanın tüylerini diken diken ederek derilerini ürperten bir ayet. Ve ırkçılığın başına balyoz gibi inerek onu tuzla buz eden bir ayet:

“Ey müminler, eğer babalarınız ve kardeşleriniz kâfirliği, müminliğe tercih ediyorlarsa sakın onları dost, yandaş edinmeyiniz. Kimler böylelerini dost edinirlerse onlar zalimlerin ta kendileridirler.”

“De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız,   kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız,  ter dökerek kazandığınız mallar,  kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar,  size Allahtan ve Resûlünden  ve Onun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise...  o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin!  Allah öyle fasıklar güruhunu zorla hidayete eriştirmez.”

[15]

 

Kelbî der ki: “Rasûlullah (sa), ashabına Medine-i Münevvere'ye hicret etmelerini emrettiği zaman müslümanlardan kimisi bunu babasına, kardeşine, karısına söyleyip onlardan izin alma gereği duymadan hemen Rasûlullah (sa)'ın emrine uydu. Kimisi de karısı, çocukları ve ailesi efradı: "Bizi burada malsız, mülksüz, sahipsiz bırakacaksın, biz de zayi olup gideceğiz." deyince şefkati galip gelip ailesi efradı ile Mekke'de oturmaya devam ederek hicreti terketti. İşte bunları kınamak üzere bu âyet-i kerimeler nazil oldu.”

[16]

Hemen baştan korkunuzu azıcık alalım isterseniz. Gerçek bir Müslüman servet, ticaret, mal, mülk sahibi olabilir. Güzel konaklarda oturabilir. Bunlar meşru yollardan kazanıldıktan sonra Müslümana asla haram değildir. Fakat o, hiçbir zaman bunları kalbine yerleştirmez. Hele hele Allah’tan, Allah yolundan ve Onun yolunda cihad etmekten daha önemli hale getirmez.  Bununla beraber Ebussuûd Efendinin dediği gibi bu ayette öyle bir tehdit vardır ki: Allah’ın hususi lutfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.


[1]

el-Mücadele 22.

[2]

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları, İst. II. 863-864.

[3]

Bu olayın kaynaklarını bize aktaranın Bedreddin Çetiner  olduğunu hatırlayalım . “Vahidî, age. s. 295.”

[4]

İbnu'1-Esîr, Usdu'1-Ğâbe, 111,128; İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, IV,66.

[5]

Alûsî, age. XXVIII,37.

[6]

Vahidî, age. s. 296.

[7]

Bak: Mefâtîhu'i-Ğayb, xxk,277.

[8]

İbnu'l-Cevzî, age. VIII, 199.

[9]

Kurtubî, age. XVII, 199.

[10]

Bkz. Seyyit Kutup, Fi Zilal, Mücadele 22 tfsiri.

[11]

Mümtehine, 60/8,

[12]

Mümtehine, 60/9.

[13]

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/340-341.

[14]

Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 21/392.

[15]

Tevbe 23-24.

[16]

Vahidî, age s. 169. Nakleden, Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/443-444.