Kur’an Ve İlim

Kur’an Ve Okuma

İslam’ın ilk emrinin “oku”(1) oluşu, ilme verdiği önemi açıkça gösterir demekten hep mutlu olmuşuz, iftihar etmişizdir. Allah Teâla’nın Kur’an’da kaleme ve yazıya yemin etmesi(2) de öyledir.

İslam’ın ilme verdiği önem için, Kur’an’ın insana iç ve dış âleminden ibret ve deliller sunduktan, hikmetli emirler, nehiyler, yönlendirmeler yaptıktan sonra “düşünmüyor musunuz? Akletmiyor musunuz? Anlamıyor musunuz?” gibi aklı kullanmaya, tefekkür etmeye, bilgi edinmeye teşvik etmesini de gösterebiliriz.(3)

Allah Teâla’nın (cc) Kur’an-ı Kerimde ilme ve âlimlere değer vermiş, faziletlerini açıklamış, onlara saygı ve itaate çağırmış,(4) onların da dinde daha derin anlayış ve kavrayışa ermeleri, ilimlerini sürekli artırmalarını istemiş,(5) bilgisizliği ve bilgisiz cahilleri yermiş,(6) ilimsiz mücadeleyi ayıplamıştır.(7)

İleride genişçe anlatılacağı gibi Allah Teâla keremli kitabında ilmin neşredilip yayılmasını istemiş, gizlenip muhtaçlarından saklanmasını veya insanların ilimle aldatılmasını kınamış ve bu konuda mükâfat ve cezalar vadetmiştir.(8)

İlk emri “oku” olan Kur’an dahi adını “okumak” kelimesinden alınmıştır. İşte bizim medeniyetimizin temelleri budur. Kur’an'da, “oku” kökünden 87 kelime kullanılmıştır. Üç ayrı yerde “oku”, üç ayrı ayette “okuyunuz” emri verilmiş. 68 yerde de “okumak” manasını telkin eden Kur’an kelimesi geçer.

Kur’an'da “ilim-bilgi” kökünden 780 kelime kullanılmıştır. Aynı kökten olup da Kur’an'da bu kadar çok tekrarlanan kelime gurubu, doğrusu azdır. Az bir farkla “ilim” ile “alim” anlamına gelen “hâkim” kelimeleri de 117 kere geçer. Yine “bilmek” anlamına gelen “marifet” kökünden 70 kadar kelime kullanılmıştır.

İlimle alakalı olarak tefekkürle ilgili 18, akıl ve akletme ile ilgili 49, bunlardan başka tefekkuh, tefehhüm, tedebbür, şuur gibi, düşünme, kavrama, anlama, bilinç anlamına daha bunlardan başka bir hayli kelimeler Kur’an'da yer alır.(24)

 

Kur’an İlim Kaynağıdır

Kur’an bir ilim kaynağıdır. Bizatihi bir ilimler ansiklopedisi gibidir. Kur’an zanna, hevaya dayanan, gerçeğe uymayan bilgiye uyanları kınamış, ilme uymaya çağırmıştır. Kur’an, insanların kendi çabaları, deneyleri ile ulaşabilecekleri bilgilerle az ilgilenmiştir. Bu alanı insanların aklına, duyularına, deneylerine bırakmıştır. Çünkü Allah Teâlâ insanı bu akıl ve öğrenme, bu ilimleri keşfetme kabiliyet ve kapasitede yaratmıştır. Ancak, bu tür ilimlerin bir azgınlık, ahlaksızlık, saldırganlık aracı olarak kullanılmasını engellemek için insanları uyarmış, amacın ahlakîliğine dikkat çekmiştir. Kur’an, bireysel ve toplumsal saadetin temin ve tahakkuku için, inanç, ibadet, hukuk ve ahlak yasalarını, vazgeçilemez görgü kurallarını yeterince açıklayarak insanlara bir mutluluk yolu çizmiş, bir yaşama yöntemini göstermiş, bir metot sunarak akıl ve ilimlerini doğru kullanmaya yöneltmiş ve bu uğurda birçok teşvik ve uyarılarda bulunmuştur.

Kur’an'a dikkatle bakanlar, bu konuların açık ve anlaşılır bir biçimde sunulduğunu göreceklerdir. Kur’an kadar kolay kitap az bulunur. Gerçi tefsir kitaplarında her kelime ve cümlelerden bir hayli tefsir ve te’vil çıkarılmışsa da, bazen tefsirler Kur’an'a perde olmuş ve işi zorlaştırmışlardır. Bunu söylemek, Kur’an’a hakaret değil, yüceltmedir. Kur’an'ı anlaşılmaz görmek, Kur’an’ın küçüklük ve eksikliğine değil, aksine o kişinin cahilliğine alamettir.

Ancak bunu söylerken, İslamî ilimlerden hiç anlamayan sıradan bir kişinin, eline Kur’an mealini alarak ahkâm kesmesini de onaylıyor değiliz. Nitekim bırakın sıradan kişileri, bu işlerin içinde olan bazı ilahiyat profesörleri dahi, bazen sınırı aşmanın ayıbı ile saçmalıyorlar. Oysa olması gereken Kur’an ile insan arasına engel koymamaktır. Amaç, Kur’an’ı en çok okunan, üstünde en çok düşünülen ve konuşulan kitap yapmaktır. Uygulanan, yaşanan, canlı bir kitap yapmaktır yani. Tefsir ilmi, Kur’an’ı Allah Teâlâ’nın muradına göre doğru anlamak için vardır. Bunu sağladığı sürece gerekli ve güzeldir.

İnsan, mükemmel ve muhteşem bir organizmadır. Kur’an da muazzam ve mükemmel bir kitaptır. Bu ikisinin buluşmasından mükemmel bir toplum ve muazzam bir dünya çıkar. İkisinin ayrılığından ise, ancak fitne, fesat, fuhuş, zulüm gibi ahlaksızlıklar çıkar. Hak hukuk kaybolur. Düzen bozulur. Sonuçta topluma kargaşa ve karmaşa hâkim olur,  anarşi çıkar, terör çıkar, emperyalizmin aleti kanlı savaşlar ve katliamlar çıkar. Çıkar kavgaları ve kirli savaşlar insanlığı mahveder. Kur’an bunu önlemeye çalışır.  İnsanı eğiterek zayıf, basit, adi, ahlaksız ve adaletsiz duygularından vazgeçirip onu irşad ile olgunlaştırmaya çalışır. Bu insanlık için en önemli kurtuluştur, en büyük mutluluktur.

Teknik bilgiler, tabii bilimler,  her aklını çalıştıran için elde edilebilecek bilgilerdir. Burada mü’min kâfir ayırt edilmez. Kur’an'ın getirdiği; bilgiyi, insanlığın iyiliğine kullanılmasını öğretmektir. Gerçek bilgi de bu olsa gerektir. “İlim, kendin bilmektir.” Kur’an, bu yüzden bir hidayet, bir rehber, yol gösteren bir kılavuz kitapdır.(25) Bu yüzden Kur’an, Furkan, yani hak ile batılı ayıran bir kitaptır.(26)

Bu anlamda Kur’an, bir hikmet kitabıdır. Yani doğru inanç, doğru düşünce, doğru davranış bütünlüğünü sağlayan kitaptır. İnsanı koruyan da, onu hayırlı yapan da, bu hikmetin verilişidir.(27) Bu hikmetin birey ve topluma neler kazandırabileceğinin değerlendirilebilmesi için, küçük bir numune olmak üzere İsra sûresinin 23-39. ayetlerine bakılabilir.

Kur’an Davranış Bilgisidir

Kur’an’ın öğrettiği bir gerçek de ilim ile amel, yani iş ve davranış birliği ve beraberliğidir. Yukarıda anlattığımız hikmetli, adaletli, mutlu toplumun oluşumu ancak ilim ile uygulamanın beraberliğinden oluşan “takva”ya erişmekle mümkündür. Öyleyse, insanın varoluşunu “imtihan” diye izah edersek, başarıyı da iki faaliyetle, iki faaliyetin birbirini tamamlamasıyla izah edebiliriz: ilim ve salih amel! Dünyada insanlığın macerası işte bu; ilim ve ona uygun amel. Kur’an, bilgiye, böylesine bir sorumluluk yüklemiştir. Bu ise dinin hayattan ve devletten uzaklaştırılası anlamında laiklik ve sekülerizmin bittiği yerdir. Çünkü dinin hayatta boş bırakıp ilgilenmediği bir alan yoktur. Mü’minlere göre din dışı bir hayat yoktur, olamaz da! Bu anlamda sekülerizm dini hayatından atmak, kendi hevasını, keyfini, düşünce ve yargısını rab edinmektir. Bunun adı ise şirktir. Şirk, yani en büyük zulüm, en kötü yanılma, en korkunç düşüş!

Kur’an, yukarıda azıcık söz ettiğimiz “bilgi edinme yollarının” başında gelir. Bunu kabul etmemek, bilgi edinmeyi sadece akıl ve duyu organlarına hasretmek, en büyük hatadır. Bu insanın kibir ve gururundan kaynaklanan bir yanlışlıktır. Dolayısıyla sapıklığa atılan ilk adımdır.

Akıl ve duyu organlarının bilgi kaynağı sayılmasını kimse inkâr etmiyor zaten. İnsanın en büyük cehaleti, Kur’an’ı bilgi kaynağı olarak kabul etmemesidir. Bizim dikkat çekerek uyardığımız nokta işte burasıdır. Bir kısım insanlar ne yazık ki, “körü körüne taklit”i bilgi kaynağı olarak kabul etmiştir. İster atalarına uyma, geleneğe bağlanma, isterse çoğunluğa tabi olup onlara uyma şeklinde tezahür etsin, evet, taklidi bilgi kaynağı kabul etmiştir. Fakat bu insanlar Kur’an’ı bilgi kaynağı kabul etmemiştir. Ne acıdır ki, zannı ilim sanmıştır. Şehvetlerinin güdümüne girmiş nefsinin hevasını ilim kaynağı sanmış da, Kur’an’ı ilim sebebi saymamış. Çok yazık! Bu yüzdendir zaten fıtrattan sapması, İslam'dan sapması. Bu yüzdendir şirkin ve küfrün tabiî sonuçları olarak hevası, yani güdüleri, dürtüleri,  şehvetleri uğruna dünyayı fitne ve fesada vermesi, kan ve gözyaşına boğması.

Kur’an, sırf bu ilmi getirmesiyle bile, insanlığa en büyük faydayı getirmiştir. İşte bu yüzden Kur’an Allah Teâla’nın göklerden indirdiği somut bir rahmettir. Sırf bu yüzden, elinde Kur’an olan Hz. Muhammed (sas)’e herkes borçlu, herkes medyun ve müteşekkirdir. Olmalıdır da!(28)

  Yıllarını bu milletin evlatlarını eğitmek ve maarifin meselelerini halletmek için harcamış fedakâr bir öğretmenin şu teklifini can kulağıyla dinlemeli ve hayata geçirmek için bütün imkanlarımızı kullanmalıyız:

Bize, bütün hareketlerimiz için değer ve kaide sunacak, satıcıdan siyasiye, doktordan gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mana katacak, anlaşılmış, sistemleştirilmiş, hikmetleri, bütünün birliği içinde saklayarak her âleme pencerelerini açacak büyük mektebin temel hakikatlarını ihtiva eden bir kitaba muhtacız. Bu kitabı, asrın anlayışıyla, bütün hürriyet, bütün hikmet ve bütün hakikatıyla mektebimize temel yapmalıyız: Bu kitap Kur’an’dır.(29)

Yanlış Bir Düşünce

Ne var ki bugün, batı dünyası, emperyalizmin, sömürünün devamı için, ilmi de istismar ederek, İslam hakkında yersiz, haksız ve dayanaksız iddialar ortaya atmıştır. Maalesef bütün düşünce ve ilimlerini batıdan alan, hatta İslam hakkında bile batılı bilginlerin eserlerinden beslenen, kendi tarih, medeniyet, kültür ve sanatını dahi onlardan okuyan sözüm ona yerli bir grup da onlarla beraber: “Din, ilerlemeye ve kalkınmaya manidir. Din, ilme karşıdır. Din, insanları uyutan bir afyondur” gibi kalıplaşmış cümleleri tekrar ede gelmişlerdir.

Aslında, bu cümleler bir dönem için Hıristiyanlık hakkında doğrudur. Çünkü bir zamanlar kilise mensupları olan Hıristiyan din adamları din adına ilme ve ilmî keşiflere karşı çıkmışlar, ilim adamlarını engizisyon mahkemelerinde yargılayıp mahkûm etmişler, hatta birçoğunu idam ederek kitaplarını yaktırmışlardır. Batı, bu din adamlarına başkaldırmakla, din adamlarının boyunduruğundan kurtulmuş ve “aydınlanma” çağına, derken bilgi çağına ermiştir. Batıda laikliğin, yani din ile devletin birbirinden ayrılması ve herkesin din ve inancında özgür olup kimseye inancından ötürü baskı yapılmaması anlayışının çıkışının bir sebebi de budur.

İftiharla söyleriz ki geçmişte İslam âleminde asla böyle bir çirkin, uğursuz, kaba ve karanlık dönem yoktur, yaşanmamıştır. Fakat Batılılar ve onlara körü körüne bağlı taklitçi Batıcı bağnazlar “Din değil mi? İslam da bizimki gibi bir din! Öyleyse o da ilme, akla, ilerlemeye karşıdır!” diyerek ona karşı çıkmışlardır. Gerçeklere gözlerini yummak, nasıl ilimden yana olmaksa!

Bugün gerçekler karşısında gözleri bağlı, gözleri ve kalpleri körleşmiş bir grup, sürekli İslam ile cehaleti yan yana koyarak müslüman ile ilmi birbirine yakıştıramamışlardır. Onlara göre “Müslüman” denince aklına hep ilim ve kalkınma düşmanı, uygarlık ve teknik düşmanı, gerici, tutucu yobaz birileri getirmiştir. Çünkü Batı maalesef sürekli bu kanaati körüklemiştir. Bakınız Medya’ya, kulak verin eğitim kurumlarına, bir göz atın basın yayın ve kitaplara; karanlığa kurşun sıkan bir sürü Donkişot bulursunuz. Bahtsız ve talihsiz müstağripler!

Kur’an Bilgi Kaynağı

Oysa Kur’an’ın “oku” emriyle başlaması çok önemli bir mesajdır. Neyin mesajı mı? Kur’an, gelişiyle, ilk ve orta çağı kapamış, “ahir zaman”ı, yani “son çağ”ı açmıştır. Mesaj şudur; artık kaba kuvvet devirleri bitti. Artık Kur’an çağı başladı. Artık “oku” emriyle ilim çağı başladı. Artık, okuyan, yazan, düşünen, güç ve kuvveti ilimde, sanatta, teknikte arayan, kanaatlare, düşüncelere, inançlara ikna ile yaklaşan, asla baskı, dayatma ve zorlama yapmayan İslam çağı başlamıştır. Uygar insan çağı başlamıştır yani!

Peygamberimizin ümmî, yani okuryazar olmamasını yorumlayan Cevdet Said şöyle söylemektedir: “Allah Teâla’nın okuryazar olmayan bir peygambere “okumayı” emretmesi, ümmîliğin kaldırıldığı ve yeni bir devrin başladığının bir işaretidir. Bu yeni bir devir; “Oku”(17), “Kalemle öğretti”(18), “Nun. Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun”(19) ve “İnce deri üzerine satır satır yazılmış kitaba yemin olsun”(20) devridir.(21)

İnsanların okuryazar olmadan hiçbir şey meydana getiremiyeceklerini söyleyen yazar(22) okumanın önemini anlatırken, peygamberimizin ümmîliği ile bir çağın kapanıp, bir çağın açılması ilgisini şöyle kuruyor: “Son peygamberin okur-yazar olmaması, son peygamberden sonra hiçbir insanın okumayı bilmeden insanlığı doğruya ulaştıramayacağına ve düzeltilemeyeceğine bir işarettir. Okuryazar olmayan son peygamber Hz. Muhammed (sav) ile okumayazma bilmeme çağı kapanmış, artık böylece insanlık hayatında okuma çağının kapısı açılmıştır.”(23)

Bu ilâhi bildiriyi tanımayanlar, ancak kendileri kaybedenlerdir. Kaybetmişlerdir de. Kendilerini de kaybetmişlerdir üstelik. Huzuru, saadeti kaybetmişler, merhameti kaybetmişler, sevgiyi kaybetmişlerdir. Topyekûn insani değerleri kaybetmiş, katılaşmış, makine varlıklar haline gelmişlerdir. İnsan değil, sanki yürüyen bir madde, bir kütledir çağın materyalist inkârcı insanı!

Kur’an’da Yazı

İlmin en temel aletlerinden birisi olan yazı hakkında kısa da olsa söz etmememiz uygun düşmez. Çünkü yazı ilmin bağıdır. O olmazsa ilim kaçar, ele sığmaz.

Evet, yazının, kalemin, kâğıdın, kitabın ve okumanın ayrı ve özel bir yeri vardır Kur’an’da. Yazı, uygarlığın temelidir. Yazı sayesinde geçmişin birikimine sahip olur ve geleceğe birikimlerimizi ekleyerek aktarırız. Yazı olmasaydı, her insan bilgiye yeniden başlayacak, sonuçta ilim adına taş üstüne taş konulamıyacaktı. Öyleyse “İlim” denince akla “okuma”, okuma denince de “yazma” gelir. 

Kur’an-ı Kerimde yazma anlamına gelen “Ketebe-Kitap” kökünden türemiş 320 kelime yer alır. Değişik şekillerde 261 yerde “Kitap” kelimesi kullanılır. “Mektup” kelimesi 1 yerde geçerken, 58 yerde, aynı kökten fiil kullanılır. Yazmakla alakalı “satır” kelimesi 5 yerde, “Zebere” kelimesi türevleriyle 11 yerde geçer. Yani Kur’an’da “yazmak” anlamını ifade eden köklerden türemiş toplam 336 kelime yer almaktadır.

Yeri gelmişken değinelim, Kur’an’da olduğu gibi, peygamberimizin hayatında da yazının fevkâlade önemli bir yeri vardır. Bir kere inen ayetleri vahiy kâtiplerine yazdırması, insanlığa yapılmış en büyük hizmet olmuştur. Bilindiği gibi, daha önce indirilen kitaplar, yazıya geçmediği için kaybolmuşlardır. Gerek bütün kitabın bir defada ve bir anda indirilmesi, gerekse o çağlarda yazı ve malzemelerinin az bulunması, ne yazık ki, o kutsal kitapları, sonuna kadar insanlığa kılavuz olmaktan mahrum etmiştir. Şüphesiz ki, bunda da büyük hikmetler vardır. Mesela böyle olmasaydı en son ve en mükemmel ilâhî kitap olan Kur’an indirilmezdi. Kur’an indikçe vahiy kâtiplerince yazılmasıyla elbette böyle bir zarar en güzel şekilde telafi edilmiştir. En sonunda bir kitap haline getirilip çoğaltılmasıyla da mükemmelleştirilmiştir.

Peygamberimizin, kırk kadarının ismi tespit edilen birçok vahiy kâtipleri vardı ve onlar Kur’an’ı birkaç nüsha halinde yazarlardı. Peygamberimizin Kur’an dışında daha birçok yazılı vesikaları da vardır. Bu konular hakkında daha fazla bilgiyi az sonraki başlık altında göreceğiz inşallah.

 


(1) Alak 1.

(2) Kalem 1.

(3) Bakara 44, 73, 171, 242, 269; Al-i İmran 7, 190; Maide 58, 108; Enfal 22; Yusuf 111; Ra’d 4,19-24; İbrahim 128 vd.

(4) Al-i İmran 7, 18; Nisa 11, 24, 83; Ra’d 16; Ankebut 43; Fatır 19, 28; Zümer 9; Mücadele 11.

(5) Tevbe 122; Nahl 43; Enbiya 7.

(6) A’raf 199; Hud 46; Nahl 119; Furkan 63.

(7) Hac 3,8; Lokman 20.

(8) Bakara 146, 159,174; Al-i İmran 187; Nisa 37, 44; A’raf 169.

(24) İbrahin Canan. Kütüb-ü Sitte Muhtasarı 1/404-407.

(25) Bakara 1,185.

(26) Enfal 29.

(27) Bakara 269.

(28) Ruhun şad olsun Akif, seni anmamak mümkün mü? Ne güzel söylemiştin:

Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;

Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.

Medyûndur o Mâsûma bütün bir beşeriyyet...

Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

M.Akif Ersoy. Safahat s.499. “Bir Gece” şiirinin sonu.

(29) Nurettin Topçu, Türkiyenin Maarif Davası, s. 51

(17) Alak 1.

(18) Alak 4.

(19) Kalem 1.

(20) Tur 2-3.

(21) Cevdet Said, İslamî Mücadelede Bilginin Gücü s.30.

(22) A.y.

(23) A.g.e. s. 65.