Davet Bilinci

Müslümanlar "İnsanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmettirler” Hayırlı oluşları Allah'a iman ve teslimeyetleri kadar-dar, başkalannı da İslama davet etmelerine bağlıdır. Müslü¬man bilir ki sadece kendisinin inanması ve inandığı gibi yaşa^ ması yetmiyor hüsrandan kurtulması için; başkalannı da İslam'a*' ma davet etmesi, hakkı tavsiye etmesi, hatta bu uğurda gele-; cek olan her türlü eziyet ve işkencelere sabırla katlanarak direnmesi ve direnmeyi tavsiye etmesi de gerekiyor. Ümmet, bu görevi yerine getirmek için özel davetçi "mürşidler" yetiş¬tirmek borcundadır. Eğer bu kadro yetişmiyorsa, özellikle de; günümüzde olduğu gibi İslam düşmanları insan, ilim, fîkir, teknik, servet, kadın, sanat, medya gibi bütün güçlerini bit devlet organizesi ve bir ordu disiplin ve kararlılığıyla İslaml yok etmek için seferber etmişlerse ve müslümanlar da devle¬tini, hilafetini, şeriatını, ümmetini, ülkesini kaybetme gibi zaaflara düşmüşlerse, elbirliği ederek bir bütün halinde İslî için çalışmak, emr-i bil ma'ruf, nehy-i ani'l münker yapmak, tebliğ, davet, irşad ve nasihat faaliyetlerinde bulunmak, bu nun için gerekli olan her şeyi yapmak mecburiyetindedirler. Herkesin yapabileceği farklı olabilir; kimi bizzat, kimi dolay lı destek vererek. Ama mutlaka üstüne düşeni yapmak mecburiyetindedirler.

Kuşkusuz bu mecburiyet, yeryüzüne saadet getirecek. Davetçiler, hidayetine vesile oldukları insanların hayır ve se-vaplarına da nail oldukları için, ahiretteki mutlulukları katla-nacakır. Böyle bereketli bir yanı da vardır bu mes'uliyetin. Çünkü sebeb olan, yapan gibidir.

Ancak bu vazifenin nasıl yapılacağı da önemlidir. Şayet davetin istediği usulü ortaya koyamazsak, başarısızlığımıza başka sebebler aramaya gerek yoktur. Hatta davetimizi kabul etseler bile, farklı davetlerden farklı anlayışta insanların, fark¬lı davranışlarla ihtilaflara düştüklerini, hatta, zaman içinde birbirlerine düşman hale geldiklerini, birbirlerini yediklerini görmemiz uzak ihtimal değildir. İhtimal ne kelime, birçok İs¬lam coğrafyasında yaşanan acı gerçeklerdir bunlar. Mesela, cihadından örnek alıp iftihar ettiğimiz Afgan mücahidlerinin, düşmanı kovduktan sonra beraberce kurdukları İslam devleti¬nin gölgesinde mesud ve ahtiyar yaşama yerine, malesef bir¬birlerini yemeleri ve kendileri gibi bizi de kahretmeleri gibi...

İşte bu sebeblerden ötürü daveti bizzat yapacak olan in-sanların her şeyden önce kendilerinin Allaha inanmış, O'nun gözetim ve denetiminde olduğunu bilmenin edeb, huzur, tes¬limiyet ve tevekkülünü yaşamış olmaları lazımdır. Allah dile¬diğini dilediği gibi yapar. Hidayeti vermek de O'na aittir. Da¬vet vazifemizdir. Başarılı olursak hamdederiz. Övünme, gu¬rurlanma, kendini beğenme gibi ihlassızlıklara kaptırmayız kendimizi. Havalara girmez, başa kakmaz ve karşılık bekle-meyiz kimseden. Başarılı olamazsak da kahrolmayız, ümit kesmez, gücenip, kırılır da işi terketmeyiz. Çünkü her şey onun elinde...

Davetçinin İslamı bilme kadar çağını ve insanlarını, kültürünü de tanıması gerekir. Bu yüzden en sadık arkadaşla¬rı kitaplar olmalıdır. Devamlı çalışma çok önemli olan meslek sevgisiyle beraber aşk ve iştiyakı da artırır. Bilinenlerle amel, bilinmeyenlerin de belle turnesine bir vesile olduğu kadar Al-lahın insanı sevmesine de bir vesiledir. Allah severse, insan¬lara da sevdirir. Üstelik insanlara, "yaşadığı hayatı" anlatmak daha kolay ve benimseticidir. Aksine bir davranış, Allanın gazabını ve insanların nefretini celbeder ki, davetçinin dünya¬sını da, ahiretini de işte bu yıkar.

Davetçinin en güzel örneği, en büyük önderi, kuşkusuz hz. Muhammed (SAV) efendimizdir. O ise bilindiği gibi gü¬zel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. Zira İslam, baştan sona güzel ahlaktır. Bu sebepten ötürü, "ahlak bilinci"nde an¬latılan güzel huylarla bezenmesi gereken davetçinin özellikle öne çıkması gereken bazı vasıfları vardır. Bunları, iyimserlik, ümitvar olma, şikayetçi, lanetçi, bedbin ve me'yus olmama; hizmetini hiç bir pahaya; ne para, ne kadın, ne makam, ne şan ve şöhrete satmama, bilakis ihlasla ve samimiyetle davete de¬vam anlamına hasbilik, fedakarlık, ferağatlık, diğergamlık, suçlan, mazeretleri affedici bir hilim, nfk, şefkat, merhamet, mülayemet, gönül alıcı cömertlik ve işar, insanlara değer ver¬me, iyilik yapma aşk ve arzularını kamçılayan, bazen yüzüne, çoğu zaman da gıyabında takdir ve teşekküre götürerek hem hizmeti büyüten, hem de birlik ve beraberliğe, sevgi ve saygı¬ya sebeb olan tevazu, mahviyyet, alçak gönüllülük, takdir ve kıymet bilme, yerine göre riski göze alan cesaret, düşünce-den, istişareden ve karardan sonra gelen azim ve irade, basiret ve tefekkür, sosyal faaliyetlerin şevkle yürütülmesini sağla¬yan kardeşlik, istişare ve emniyet, bütün bunların zaman za¬man muhasebesini yaptıran ihsan ve murakebe olarak özetle¬yebiliriz.

Şüphesiz ki bir davetçi, muhatabını tanıdığı oranda ba-şarılıdır. Muhatabının güvenini kazanması onu kazanmasının ilk adımıdır. Bu ise muhatabını, yani onun inancını, değerlerini, içinde bulunduğu psikolojik ve sosyal durumunu yakından tanımaya bağlıdır. Tanınacak ve oradan başlayarak gururu ok¬şanıp gönül kapıları aralanmaya çalışılacaktır. Bu sebepten bilgi ve istihbarat önemlidir. Ne olursa olsun iyilikle, hikmet ve güzel öğütle, ikna ederek muhataba yaklaşmak ve önce götürebileceği teklifleri sunmak, gözünü korkutmamak için tedriciliğe dikkat etmek, tatlı dil, güler yüz ve dinde kolaylık ölçülerini daima korumak, değer verme, sevinçli ve kederli zamanlarında yanında olma, hediyeleşme gibi fırsat ve im-kanları kollamak, az ve öz, zaman ve zemine dikkat ederek ve şahsiyet yapmadan konuşmak, hataları yüze vurmadan do¬laylı bir anlatımla düzeltmeye çalışmak gibi temel kaidelere uymak gerekir. Ümit ve korku, müjde ve azap, dünya ve ahi-ret, fert ve cemiyet, devlet gibi dengeler daima korunmalı, aşırılıklardan kaçınılmalıdır.

Bütün bunlar yapılırken davetçi sürekli kendini ve ko¬nuşma tekniği ile seyrini kontrol etmelidir. Kendini; yani gi¬yimini, kuşamını kontrol etmelidir. Temiz, örf ve adete uygun aşırılıktan uzak, güven ve saygı telkin eden bir kıyafet, temiz bir tıraş, güzel koku, kuşkusuz önemlidir. Biz nasıl düşünür¬sek düşünelim ama bilelim ki insanlar buna önem veriyorlar. Malesef "ye kürküm ye" hikayesi her çağda geçerli. Bütün bunlar, muhatabımıza kendimizi kabul ettirmek içindir. Zira inancımızın kabulü ile yakından alakalıdır kendimizi kabul ettirmek. Sonra samimi, sıcak ve anlaşılır bir ses, düzgün bir telaffuz, saygılı bir uslûb, samimi bir jest ve mimik, ifademi¬ze güç katacak ve faydalı olacaktır.

Aslında bir davetçi, daveti esnasında kalbine bir baksa, başarısını veya başarısızlığını oradan anlayabilir. Yaptığın ko¬nuşma ve dinleyicilerin tavn sana sevinç ve kıvanç veriyor mu, başarılısın demektir. İçinde bir sıkıntı muhatabında bir tedirginlik varsa, sebeblerini araştır. Yapılan değerlendirmele¬ri, tenkitleri, itirazları dikkate al, anlamaya çalış. Maksat ve¬rimli olmak değil mi? Bunun için davet öncesi, davet esnası ve sonrasında yeterli hazırlık başta olmak üzere, hitabetin tüm kurallarına dikkat etmemiz gerekir. Muhatabımızın inançları çok değişik olabilir. Bizi dinleyenler arasında Yahu¬di, Hıristiyan gibi semavi din sahibi, Budist, Hindu gibi batıl din mensubu, ateist, komünist, materyalist gibi tanrı tanımaz veya İslamın içinde ama ehli bid'ad ve heva veya cahil ama samimi müslüman gibi, çok değişik inançlarda insanlar ola¬bileceği gibi zengin fakir, alim cahil, yerli yabancı, sağlam özürlü, sıradan veya şöhret ve makam sahibi ve benzeri, çok değişik sosyal sınıflardan da olabilir. Her birine ayrı hazırlık, ayn uslub ve yaklaşım gerekebilir. Bütün bunlar düşünül¬düğünde görülecektir ki davet gerçekten ciddi bir iştir.

Birebir davetler her zaman önemlidir. Ancak basın, yayın, radyo, tv., internet gibi medyayı da elbette davet ve ir-şad adına kullanmalıyız. Kültür ve sanatta yapılan çalış¬maların yani şiir, edebiyat, musiki, güzel sanatlar ve görsel sanatlar gibi çalışmaların başta gelen amacı tebliğ olmalıdır. Kaliteyi düşürmemek de sanatın ihmale gelmez bir yanıdır tabi ki.

Gerçekten davet ciddi bir iştir. Bir davetçi, küçük yaş¬tan başlayarak ve uzun yıllar eğitilerek ancak yetiştirilebilir. Bunun için kadro ve müesseseler, bunları devam ettirecek maddi ve manevi imkanlar, ileriye dönük plan ve projeler gereklidir. Bu açılardan baktığımızda, İslam dünyasını çok da zengin görmüyoruz. Öyleyse, birbirimize daha bir yaklaşmak ve anlayışla bakmak mecburiyetindeyiz. Bu konuda da yarış¬malıyız aslında... Yeryüzünde ciddi bir İslama davet vaz¬ifesinin malesef yetersiz oluşu, davet bilincimizi keskinleştir¬men ve bizi sorumluluk yüklenmeye sevketmelidir.