Kibir Ve Kendini Beğenme

Büyüklenme, büyüklük taslama, ucup, yani kendini beğenme, gurur ve azametli olma, kurum satma anlamlarına gelen kibir, insanın ilim, mal, makam, soy sop veya güzellik gibi, kendi elinde değil de tamamen Allah(cc.)'ın bir lütfu olan özellikleriyle, kendisini başkalarından üstün görme hastalığıdır. Bu ve benzeri kötü huylar, kaynak olarak kişiseldir. Fakat sonuçları itibariyle başka insanları olumsuz etkilediği ve insanlarla olan muamelesini bozduğu için, bu kitabımızda az da olsa yer vermeyi uygun gördük.

Büyüklük, ululuk ve azamet anlamında kibir, ancak Allah(cc.)' a yakışır. O, bir kudsî hadiste şöyle buyurur:

Ululuk ve azamet örtümdür. Kim bunlardan birinde benimle çekişirse, onu ateşe atarım.”

[1]

 İnsana yakışan, halis muhlis, tevazu ve tazarru ile Allah (cc.)'a kulluktur. Kulun, kendi acizliğini ve zayıflığını unutarak büyüklük taslaması, hele hele de bunu Allah (cc.)' a karşı yapması, tıpkı İblis gibi kibrine yediremediği için O’na ibadetten kaçınması,  bağışlanamaz bir günahtır, ahlaksızlıktır, şiddetli azabı gerektiren bir suçtur.

Kur’an’a baktığımız zaman, şu başlıkları görürüz:

“Allah(cc.), kibirlileri, kendini beğenmişleri sevmez”

[2]

Kibir, hakkı kabul etmemeye ve Allah(cc.)' a ibadet etmemeye götürür:

”Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna toplayacaktır. İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini ödeyecek, onlara olan bol nimetini daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Alah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar.”

[3]

 

Onlar Allah(cc.)' ın ayetlerini kibirlerine yediremezler:

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimden yüz çevirteceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların mucizelerimizi yalan saymaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir. Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalanırlar?”

[4]

Münafıklar, tıpkı İblis gibi kibir yüzünden imandan kaçmışlar ve mahvolmuşlardır:

“Onlara: "Gelin de Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret dilesin" dendiği zaman, başlarını çevirirler; büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün. Onlar için, bağışlanma dilesen de dilemesen de birdir; Allah onları bağışlamayacaktır. Doğrusu Allah, yoldan çıkmış milleti doğru yola eriştirmez.”

[5]

 

İnsan, gurur ve kibirden sakınmalı, yürümesinde, oturup kalkmasında olduğu gibi başkalarıyla konuşmasında, ilişkilerinde, muamelelerinde de mütevazı olmalıdır:

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.”

[6]

"İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez."

[7]

İblis’in helaki kibirden oldu:

“Meleklere, "Adem'e secde edin" demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu.”

[8]

Allah(cc.)' ı unutarak gurur ve kibire kapılmanın acı bir akıbeti vardır:

“And olsun ki Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, peygamberine ve müminlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi; inkar edenleri azaba uğrattı. İnkârcıların cezası budur”

[9]

            Kur’an’da kibre, gurura örnek verilenler vardır. Onlardan biri de Karun’dur. Onun etrafında cereyan eden olaylar, bizim çevremizde cereyan etmiş gibi hala tazeliğini korumaktadır. Okuyalım isterseniz:

“Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi.

Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler:  "Karun'a verildiği giibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir" demişlerdi.

Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: "Size yazıklar olsun; Allah'ın mükafatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" demişlerdi.

Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.

Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: "Demek Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lutfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkarcılar başarıya eremezler" demeye başladılar.

Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır. Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Kim bir kötülük getirirse, o kütülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.”

[10]

Kibir, kendini ele verir. Nasıl mı?

Kibirli insanlar, önde gitmeyi, mecliste ve taşıtlarda en iyi yere oturmayı, kendilerine sorulmasa bile her soruya cevap vermeyi, yaptıklarını konuşmayı, yapacaklarını anlatmayı, olmadık huylarıyla hep övünmeyi, önünde adam dikmeyi, olur olmaz yerde kızgınlık göstermeyi, haklı haksız her tartışmadan galip çıkmayı severler.

Tevazu ve hakkın galibiyetini bilmezler.

Çok konuşur, çok tartışır, çok kızarlar. Sürekli tenkit ederler, kimseyi beğenmezler, her makama layıktırlar, düşünceleri daima isabetlidir, hiç hata yapmazlar, dolayısıyla inatçıdırlar. Kendilerini beğendiklerinden, fevkalade bencildirler. Kibirliler de çeşit çeşittir. Kimi kendisini Firavun gibi tanrı yerine kor, kimisi herkesle oturmaz, özel meclis arar, kimisi de saklamaya çalışır ama neye yarar.

İnsan ancak cahilliğinden ve ahmaklığından kibirlenir. Maddî manevî varlığı da buna yardımcı olur.

O yüzden kimisi ilminin varlığından kibre düşer. Çünkü işin özünü kavramamış, kabukta kalmıştır.

Kimisi ibadetinden kibirlenir. Keşke yapmasalardı da kibir yerine mahcup kalsalardı.

Kimisi soy sopla, ırkla kibirlenir; sanki dilekçe vermişler da kendileri seçmişlerdir!

Kimi güzellikleriyle kibirlenir, sanki beden tasarımları kendine aitmiş gibi.

Kimileri de malla, makamla kibirlenirler. Sanki ellerinde Allah Teâlâ’nın ihsanı ve bir emaneti değilmiş gibi…  

İnsan oturup nerden ve niçin geldiğini, neden yaratıldığını, nereye gideceğini tefekkür etse, hiç kibri kalır mı? Allah(cc.)' ı bilenin büyüklenmesi olabilir mi? “Cehaletin gözü kör olsun” demiştik değil mi?


[1]

Ebu Davud, Libas, 25:İbn Mace, Zühd,16.

[2]

Nisa,36-37.

[3]

Nisa,172-173.

[4]

A’raf, 146-147.

[5]

Münafikun, 5-6.

[6]

İsra, 37.

[7]

Lokman,18.

[8]

Bakara, 33.

[9]

Tevbe, 25.

[10]

Kasas, 76-84.