Pozitivizm, deneyle gerçekleşmemiş olan hiç bir şeyi kabul etmeyen, araştırmaları olgulara, gerçekliklere dayandıran, metafizik açıklamaları teorik bakımdan imkansız ve uygulanırlık yönünden faydasız gören, deneyle ispatlanamayan soru veya sorunları spekülatif olarak niteleyen felsefe öğretisi ve akımıdır. Özel olarak Fransız sosyolog ve filozfu Auguste Comte'un felsefesidir. Pozitif kelimesini 1830 da ilk kullanan Saint Simon ise de felsefeye ve bilime kazandıran Comte'dur. Ona göre pozitivizm demek olan pozitif felsefe, pozitif bilimlerin bütünü temel alınarak oluşturulan felsefi sistemdir.
Comte'un "üç hal" yasası dediği durum burada sözkonusu olmaktadır. İlk halde evrendeki olguların din- tanrı tarafından yönetildiğine inanılır. İkinci halde metafizik düşünce vardır. Buna göre ilk düşünüş şeklindeki tanrılar ve arzuları, öfkeleri gitmiş, onun yerine soyut güçler, kuvvetler, gizli nitelikler biçimi gelmiştir. Üçüncü hal ise “pozitif düşünme” şeklindedir. Yani metafizik dönemin anlaşılmaz, kavranılmaz kendiliklerin, birer gerçek kabul edilen soyutlamaların sözde şeyler oldukları anlaşılır. Dolayısıyla bu dönemde, metafizik düşünüşteki güçlerin yerine "olguların yasaları", etkin neden yerine “şart” kavramı geçecektir. Yani teolojik ve metafizik düşünüş şekillerinden geçerek pozitif safhaya ulaştıran ilerleme, olguların kesin yasallığıdır. Bilimlerin her biri de aynı süreci izlerler, ama bu aynı zamanda olmayabilir. (Bkz. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, “Pozitivizm” md. Risale Yayınları.)
Biraz daha açık ifade edersek pozitivizm, dini aslı olmayan bir hurafe olarak kabul eder. Ona göre dinin hiçbir ilmî kıymeti yoktur. Akıl ve bilim dini reddeder. Tarih içinde insanlar anlayamadıkları olayları “tanrı” diye bir güç uydurarak ona bağlamış, ona nispet etmişler ve böylece korkularından kurtulmuşlardır. Zaman içinde insanın bilgisi geliştikçe din diye uydurduklarının aslı olmadığını anlamıştır. Böylece bir zamanlar korkudan uydurduğu tanrıyı gerçek bilgi ile öldürüp ondan kurtulmuştur. İnsan “özgür” olmak istiyorsa dinden ve tanrıdan kurtulmalıdır. Yoksa insan özgürlüğüne kavuşamaz, iradesini bağımsız olarak kullanamaz.dogmaların ve hurafelerin esiri, kölesi olur.
Bu düşünceye sahip olanlar, “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir” diyerek bu sözü Okullarında mecburî eğitim olarak işlemişler, nesillerini diden ve imandan uzak olarak yetiştirmeye çalışmışlardır. İyice bakılırsa bu söz aslında aydınlanma ve moderniteyi çok güzel ifade eder. “Yani hayatta en hakiki mürşit, yani insana yol gösteren rehber, kılavuz, lider, önder, Müslümanların zannettiği gibi din değil, vahiy değil, semavî, ilahî bir kitap olan Kur’an değil, onun içinde anlatılan şeriat değil, onu tebliğ eden, yorumlayarak anlatan, uygulayarak gösteren Peygamber değil, onun sözleri olan hadisler değil, sadece ilimdir. Labaratuvarda deneyi yapılarak ispatlanan ilimdir. Madem ki tanrı ve dini labaratuvara giremiyor, o zaman aslı olmayan bir hurafedir ve okula da girmemesi gerekir.” Böyle bir düşüncenin küfür olmasında hangi Müslümanın şüphesi olabilir?
Bizim tarihimizde modernizmin ve aydınlanmanın da tarihi sayılan pozitivizm, “Tanzimat Dönemi” ile başlar. Gülhane Hattı Hümayununun hazırlanması ve yürürlüğe girmesinde etkin olan Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'ya gönderdiği özel mektubunda Comte, "teolojik dönemi" yaşayan Türkiye'nin “Pozitif dönem”e geçmesini tavsiye eder. Aynı zamanda kurduğu “insanlık dini”nin kabulünü teklif ederek. Ülkemize Pozitivizmin kapısı böyle açılır.
Daha sonra Sadrazam Mithat Paşa, Paris'teki Pozitivist Mahfiller ile ilişkide bulunur. Bu yıllarda, yani Tanzimat sonrası yıllarında kurulan gizli dernekler ve üyeleri, belli oranda pozitivizmin etkisinde kalırlarsa da, asıl olarak Pozitivizmi Beşir Fuad, Ahmed Rıza, Salih Zeki, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Şuayip, Ziya Gökalp savunurlar. Fakat Pozitivizme taraftar gözüken veya onu kabul edenlerin felsefi anlamda pozitivizm ile pozitif bilimleri sürekli karıştırdıkları, bu arada önemle belirtilmelidir.
Fakat şu da var ki Pozitivizm, İslam’ın açıkça reddedilmesinin göze alınmaması nedeniyle, genel olarak bir paravan şeklinde de kullanılagelmiştir. Nitekim Cumhuriyet döneminde Pozitivizmin kavranması daha çok bu yönde olmuş ve 1940'larda başlatılan Batı klasiklerinin çevirilerinde Comte'un eserlerine, sözgelimi Pozitivizmin İlmihali'ne özel bir ilgi gösterilmiştir. Oysa Comte ve eserlerinin çevrilmesinden önce Türkçeye kazandırılması gereken çok daha önemli düşünür, bilim adamı ve eserlerinin bulunduğu açıktır. Mesela Kant’ın, Hegel'in eserleri böyledir.
Şu da belirtilmelidir ki, Comte'un kaba pozitivizmi 1940'lardan itibaren Türk Milli Eğitiminde, kültüründe, düşünce ve sanat alanlarında ve üniversitelerde yoğun bir şekilde teşvik edilmiştir. Bunun sonucu olarak da dar ufuklu, insanı, kültürü, toplumu ve tarihi sığ ve önyargılı değerlendiren bir garip zihniyet ortaya çıkmıştır. Türk kültür hayatının bu zihniyetten dolayı uğradığı kayıp ürküntü verici boyutta olmuştur, denebilir. Üstelik pozitivizmin teşvik edilmesine rağmen bilim ve teknik alanda inceleme, araştırma ve buluş ürünlerinin ortaya çıkmaması, üzerinde aynca durulacak bir husustur. (A.y.)
Az önce “Pozitivizm, îslam’ın açıkça reddedilmesi” olduğunu ve Osmanlı aydın ve idarecilerinin bunu göze alamamaları yüzünden genel olarak “dinsizlik” yerine bu kavramın bir paravan şeklinde de kullanılageldiğini belirtmiştik. Pozitivizmin bütün dinleri hurafe sayarak reddettiğini görmüştük. Şimdi de İslam’ın onu nasıl “dinsizlik”, “kafirlik” ve “cahiliyye” saydığının kısaca delillerini görelim. İslam’a göre ilim öğrenme yolu üçtür: duyu organları, akıl ve vahiy. Bilindiği gibi vahiy, ilahî sözlerdir. Yani “Tanrı Buyruğu”. Yani Kur’an. Yani İslam dininin ilk kaynağı. İslam’ın ikinci kaynağı ise hadis-i şeriflerdir. O da “vahy-i gayr-i metluv” sayılır. Yani “din ile ilgili” hadislerde fikir ve lafızlar, Kur’an gibi Allah’tan olmasa da, fikirler yine bilgi olarak Allah’tan, ama ifade biçimi olan lafızlar, yani kelimelerin dizilişi Resulullah (sav) Efendimizdendir.
Bu bakımdan İslam’ın ilk bilgi kaynağı olan Vahyi ilim öğrenmede bir yol ve yöntem kabul etmemek, inkardır, küfürdür. Bizimle kafirler arasındaki en büyük fark zaten budur. Bu açıdan “aydınlanma” bize göre “karanlıkta kalmadır”. Yani “küfür” ve “cahiliyyedir.” “Pozitivizm” de tıpkı onlar gibi “gavurluğun maskesi”dir.