Cami Ve Cemaat

İslam dini, birlik ve beraberliğe çok önem vermiş ve inananları kardeş kabul etmiştir.  Onların aynı dinin ilkeleri etrafında bir binanın tuğlaları gibi birbirlerini kavramalarını, iyi ve kötü hallerde birbirlerini desteklemelerini, zalimlere karşı birbirlerini korumalarını istemiştir.

Bu kardeşliği güçlendirmek ve hep gündemde tutmak için ibadetleri cemaatla yerine getirmeyi yerine göre emir, yerine göre tavsiye etmiştir: “Hem namazı tam kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber siz de namaz kılın.”(Bakara, 43.  Bkz.  Meryem, 43. )

“Bir araya getiren, birleştiren” anlamında “Cami”, “secde edilen mabed” anlamında “mescid”, bu birlik ve kardeşliğin yaşatıldığı en önemli yerlerdir.  Camiler, İslam toplumunda sadece ibadet için değil, birer okul, mahkeme, danışma meclisi, siyaset, diplomasi, değişik gösteri alanı, nikah salonu, hatta zaman zaman hastane ve genelkurmay merkezi olarak işlev görmüş bir kurum olarak bireysel ve toplumsal hayatın merkezi ve mihveridirler.   

Ama camiler, mescitler, mabetler özellikle cemaatla namaz kılanlar içindir.  Çünkü dinimizde ilke olarak namazlar tek başına değil, cemaate kılınmalıdır.  Zira bu, cacip derecesinde çok kuvvetli bir sünnettir.  Hatta Cuma ve bayram namazlarında olduğu gibi, bazen cemaat farz kılınmıştır.  O yüzden Resulullah (sav) Efendimiz fırsat bulduğu her yere hemen bir cami yaptırmıştır.

Kur’an’da Cemaat

Kur’an Müslümanların kareş olduğunu ilan etmiş, bu kardeşliği koruyucu söz ve davranışları emir ve tavsiye ederken, bozucu olanları da yasaklamıştır.  Bunu anlamak için sadece “Hucurat” Suresini okumak bile kafidir.  Biz ancak ondan birkaç ayeti alalım:

İşte kardeşlik emri:

“Müminler sadece kardeştirler.  O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin.  Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.”( Hucurat, 10)

İşte bu kardeşliği koruyucu tedbirler:

“Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin.  Allaha karşı gelmekten sakının.  Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.”(Hucurat, 1. )

“Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın.  Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”(Hucurat, 6. )

Bu âyet, dünyanın neresinde olursa olsun müminleri kardeş olarak ilan etmektedir.  

Bu ayetin inişine sebep olan olayı hatırlayalım;

Peygamberimiz Velid İbn Ukbe adlı sahabîyi Beni Mustalık kabilesine zekât toplamak için gönderdi.  Kabile de bunu duyunca karşılamaya çıktı.  Velid’in onlarla İslam öncesi bir düşmanlığı olduğundan, onların kendi aleyhinde oldukları zannına kapılıp korkarak geri döndü ve “zekât vermek istemediklerini” söyledi.  Bazı sahabiler Peygamberimizden evvel davranarak onlarla savaşma gereğinden bahsettiler.  Hz.  Peygamber ordu toplayıp üzerlerine hücum edeceği sırada tesbitin asılsız olduğu kendisine bildirildi.  Bu âyet bunun üzerine nazil oldu.  Fakihler her haberin değil, ama nebe’ tarzında önemli haberlerin tahkik edilmesini şart görürler.

Fâsık kelimesi burada, “çizgi dışına çıkmış, itaatsiz, emirleri yerine getirmeyen” anlamındadır. Kelimenin “nekire –belirsiz” oluşundan, bilinmeyen kişilerin getirdiği haberin de tahkiki gerekir denmiştir.  Biz devam edelim:

“İyi düşünün ki Allah’ın Resulü sizin aranızda bulunmaktadır.  Şayet o birçok işte size uysaydı, haliniz yaman olurdu.  Ama Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi; inkârdan, fâsıklıktan ve isyandan ise sizi iğrendirdi.  İşte Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak doğru yolda yürüyenler onlardır.  Allah her şeyî hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hucurat, 7-8)

Bu ifadeden anlaşıldığına göre müminlerin tümü bu Peygamberden evvel savaşma fikrini beyanla hataya düşmemiş, sadece azınlıkta olan bazı kimseler bunu ileri sürmüşlerdir.  “Şayet o size uysaydı (. . )” hitabı, bütün sahâbeye değil, Beni Mustalık üzerine asker göndermeyi öneren sahabileredir.  

“Ama Allah size imanı sevdirdi” hitabı geneldir.  Bu âyet, görüşlerinde ısrar eden sahabîlerin imandan çıktıklarını değil, hata yaptıklarını gösterir.  Allah Teâla hata yapanları şöyle uyarmaktadır: “İmanın gereği, diğer sahâbe gibi Peygambere güvenip onun görüşüne tâbi olmaktır.”

“Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşursa, onların aralarını bulun.  Buna rağmen biri öbürüne saldırırsa, bu saldıran tarafla, Allah’ın emrine dönünceye kadar siz de vuruşun.  Döndüğü takdirde aralarını hakkaniyetle düzeltin ve hep âdil olun, çünkü Allah âdil davrananları sever.”( Hucurat, 9)      

Aynı Sureden şu ayetler de kardeşliği bozucu alay, aşağılama, ayıplama, kötü lakap takma, su-i zan, dedikodu, tecessüs, ırkçılık vb.  kötü huy ve haramları yasaklamıştır:       

“Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin.  Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır.  Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler.   Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır.  Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın.  Birbirinize kötü lakaplar takmayın.  İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimselerdir.    

Ey iman edenler! zandan çok sakının.  Çünkü zanların bir kısmı günahtır.  Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın.  Kiminiz kiminizi gıybet etmesin.  Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun.  Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).                     

Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.  Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.  Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır.  Muhakkak ki Allah herşeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” (Hucurat,611-13. )      

 

Kur’an, düşman saldırısının kuvvetle muhtemel olduğu savaş halinde bile, “korku namazı”nı tarif ederek, cemaatla namaz kılmayı anlatmıştır. (Nisa, 102. ) “Savaşta bile cemaatla namaz istenirse, nerde kaldı rahat hallerde cemaatın terk edilmesini hoş görme” diyebiliriz herhalde.

Kur’an bize aynı zamanda büyük bir cemaat terbiyesi de vermektedir.  Birlikte iken konuşma ve oturma adabı (Hucurat, 2), ayrılırken izin isteme, (Nur, 62-64), işleri istişare ederek ve danışarak yürütme ve ikram etme (Şura, 389), müminlere kol kanat germe (Şuara, 215), gelene yer açma (Mücadele, 11), konuşurken sesini ayarlama ve bağırarak konuşmama (Lokman 19) gibi emir ve tavsiyelerde bulunmuştur.

Sünnette Cemaat

Yukarıda ayetlerde gördüğümüz gibi Müslümanlar birbirinin kardeşleri ve dostlarıdır.  Aralarında velayet bağı vardır.  Bu sebeple birbirlerinden sorumlu tutulmuşlardır. Bu âyetler, dünyanın neresinde olursa olsun müminleri kardeş olarak ilan etmektedir.  

Ashabdan Cerir b.  Abdullah, Hz.  Peygamberin, kendisinden şu üç şeyi yapmak üzere biat istediğini bildirir: “Namaz, zekât ve bütün müslümanların hayrını isteme (nasihat).”                                 

Hadis-i şeriflerin ifadesine göre

“Müslümana kötü söz söylemek fâsıklık, onunla savaşmak küfürdür.”

“Müslüman müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu desteğinden mahrum bırakmaz.  Bir kimse için müslüman kardeşini hakir görmek kadar büyük bir kötülük yoktur.” (hadis-i şerif)

Bu hadislerin genel ifadeleri yanında özel olarak hadislere baktığımızda cemaatla namaz istenmiş ve teşvik edilmiştir:

“Cemaatla namaz, yalnız kılınandan yirmi yedi kat daha sevaptır. Cemaata gitmek için adım atmak bile ibadettir.  Mescidde kalındığı sürece sevap artmakta, melekler ona dua etmektedirler.”

İşte bazı hadisler:                                           

Hz.  Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:

"Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kişinin cemaatle kıldığı namazın sevabı evinde ve çarşıda, iş yerinde kıldığı namazından yirmibeş kat fazladır.  Şöyle ki, âbdest aldığında güzel bir abdest alır, sonra mescide gider.  Evinden çıkarken sadece mescid gâyesiyle çıkmıştır.  Bu sırada attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir günahı affedilir.  Namaz bitince, namazgâhında olduğu müddetçe melekler ona rahmet okumaya devam ederler ve şöyle derler:

"Ey Rabbimiz buna rahmet et, merhamet buyur.  "

Sizden herkes, namazı  beklediği müddetçe namaz kılıyor gibidir. "(Buharî, Ezan 30, Cum'a 2; Müslim, Salât 272 (649); Ebu Dâvud, Salât 49, (559); Tirmizî, Salât 245, (330); İbnu Mâce, Mesacid 16, (788). )

İbnu Ömer (ra.) şöyle denmiştir: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cemâatle kılınan namaz, ayrı kılınan namazdan yirmiyedi derece üstündür. "(Buharî, Ezân 30, Müslim, Salât 272.)

Ebû Musâ (ra.) anlatıyor: " Resulullah (sav) buyurdular ki: "Namazda en çok sevap alan kimse, en uzaktan olanlardır.  Uzaktan yerlerden yürüyerek gelenler, imamla kılıncaya kadar namazı bekleyen kimseler, hemen kılıp sonra da uyuyanlardan daha çok sevaba mazhardırlar. " (Buharî, Ezan 31).

Hz.  Osman (ra.) anlatıyor: "Resulullah (sav)'dan işittim şöyle diyordu: "Kim yatsıyı bir cemaat içinde kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibi olur, kim de sabah namazını bir cemaat içinde kılarsa sanki gecenin tamamını namazla geçirmiş gibi olur. "(Müslim, Mesâcid 260, (656); Muvatta, Salâtu'1-Cemâ'a 7, (1, 132); Ebu Dvud, Salât 48, (555); Tirmizî, Salât 165, (221). )

Ubey İbnu Ka'b (ra.) anlatıyor: "Bir adam vardı.  Mescide ondan daha uzakta oturan birini bilmiyordum.  Namazları da hiç kaçırmıyordu.  Kendisine: "Bir eşek alsan da karanlık veya sıcak zamanlar'da binsen! '' denilmişti, şu cevabı verdi: "Evimin mescide yakın olması beni memnun etmez.  Ben mescide kadar yürümelerimin, sonra da aileme dönüşlerimin sevab olarak yazılmasını diliyoum.  ''

Resulullah (sav), adamın bu sözünü işitince: "Allah Teâla hazretleri bu isteklerinin hepsini yerine getirdi '' buyurdu. ''(Müslim, Mesâcid 278, (663) ; Ebu Dâvud, Salât 49, (586). )

Hz.  Ebu Hüreyre (ra.) anlatıyor: "Resulullah (sav)'a âmâ bir zât gelerek: "Ey Allah 'ın Resulü! Beni mescide kadar getirecek bir rehberim yok!'' diyerek Aleyhissalatu vesselam 'dan namazı evinde kılmak için ruhsat istedi.  O da izin verdi.  Adam geri dönünce, Resulullah (sav) onu çağırtarak: " Ezanı işitiyor musun? '' diye sordu.  Adam: "Evet! '' deyince: "Öyleyse icabet et'' dedi, evde kılmaya izin vermedi.  ''(Müslim, Mesâcid 255, (653); Nesâî, İmâmet 50, (2, 109) ; Ebu Dâvud, Salât 47, (552). )

İbnu Abbas (ra.) anlatıyor: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim, müezzini işitir de kendini engelleyen bir özrü olmadığı halde cemaate katılmazsa, kıldığı namaz (kâmil bir sevapla) kabul edilmez. " "Ey Allah 'ın Resulü! meşru özür nedir?" denildi.  " Korku veya hastalıktır! '' buyurdu.  .  ''(Ebu Dâvud, Salât 47 (551). )

Ebu Hüreyre (ra.) anlatıyor: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı namazıyla sabah namazıdır.  Eğer bu iki namazdaki hayrın ne olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa onları kılmaya gelirlerdi.  Nefsimi kudret eliyle tutan Zât'a kasem olsun! Ezan okutup namaza başlamayı, sonra halkın namazını kıldıması için yerime birini bırakmayı, sonra da beraberlerinde odun desteleri olan bir grup erkekle namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini üzerlerine yıkmayı düşündüm. "(Buharî, Ezân 29, Husûmât 5, Ahkâm 52 ; Müslim, Mesâcid 252, (651 ) ; Muvatta, Salâtu'l-Cemâ' a 3, (1, 129-130) ; Ebu Dâvud, Salât 47, (548, 549); Tirmizî, Salât 162, (217); Nesâî, İmâmet 49, (2, 107). )

İbnu Mes 'ud (ra.) anlatıyor: "Ben cemaatimizi araştırınca gördüm ki, namazı beraber kılmaktan, sadece herkesçe malum münafıklarla hastalar geri kalmaktaydı.  Öyle ki iki kişinin arasında yürüyebilecek durumda olan hastalar bile namaz için mescide geliyordu.  ''

İbnu Mes 'ud devamla dedi ki: "Resulullah (sav) bize sünen-i hüdâ'yı göstermişti.  Sünen-i Hüdâ 'dan biri de içerisinde ezan okunan mescidde namaz kılmaktı. ''

Ebu Dvud 'daki rivayette şu ziyade var: ". . . Sizden her birinizin evinde mutlaka bir mescid var. Eğer namazı evlerinizde kılıp mescidlerinizi terkederseniz Peygamberiniz (sav)'ın sünnetini terketmiş olursunuz.  Peygamberinizin sünnetini terkedince de küfran-ı nimete düşmüş olursunuz. "(Müslim, Mesâcid 256, (654); Ebu Dâvud, 47, (550); Nesâî, İmâmet 50, (2, 108, 109). )

İbnu Abbâs  (ra.)'a gündüz oruç tutan, gece de namaz kılan, fakat cemaate ve cumaya gelmeyen bir kimse hakkında sorulmuştu : "Bu ateş ehlindendir!" diye cevap verdi. "(Tirmizî, Salât 162, (218). )